11 Şubat 2011 Cuma

İtalya-Malta Gezi Notları 1

İnsanın içinde seyyahlık kalıntısı olmaya dursun, ihtiyaç duyuyor belirli bir zamandan sonra gezmeye. Gördüğü ve keşfettiği her yeni yerde ruhu açılıyor insan, bir kez daha özgürleşiyor sanki. Her adımında farklı yaşamların, farklı kültürlerin ve coğrafyaların izlerini keşfetmek heyecanlandırıyor insanı. Bazen en sıkkın olduğu zamanında ilaç, bazen en mutlu olduğu anlarda mutluluğunu artıran bir doping oluyor geziler. Dünya'nın görmediği yeni bir yerini keşfetmekle duyduğu gururla dolaşıyor insan, keşfettiği her yer ufkunda bilinmedik bir parçayı daha kapatıyor sanki, milyonluk yapbozun sadece tek bir parçası da olsa...

Gezi hislerimi anlatan tantanalardan sonra yazının asıl amacına gelelim. Bu ve bundan sonraki yazımda 11 günlük İtalya-Malta gezimin notlarını paylaşacağım. Aslında pek sevmezdim gezdiğim yediğim içtiğim yerleri anlatmayı. Çünkü en ucuz yollarla da gidilse parayla gidiliyor dolayısıyla herkes gidemiyor. Gidilebilecek en ekonomik yollarla gitmeme rağmen 11 günlük gezimin benim yaklaşık 3 aylık harcamama mal olması bunun göstergesi. Fakat gitmeden önce giden insanların yazdıkları gezi notlarından edindiklerim gezimi daha verimli kıldığından, böyle bir yazının en azından gitmek isteyenlere bir fikir verebileceği düşüncesiyle geçtim bilgisayar karşısına. Umarım faydası olur.

Gezi öncesi

Gezi öncesi pasaport ve vize işlemlerinin en az bir hafta öncesine kadar hazır olması için 1 ay öncesinden işlemlere başlamanın önem arz ettiğini biliyoruz. Nitekim vize alınma aşamasında tüm yolculuk bilgileriniz ve konaklanılacak her günün rezervasyonları sizden istenebiliyor. Bu tip prosedürleri anlatmayacağım biraz koşturmak gerektirebiliyor tahmin ettiğiniz üzere. Bu noktada önereceğim ilk şey gezi planını düzgün bir biçimde yapmak. Hangi gün nerede kalınacağı, nerede ne kadar zaman harcanacağı, ara yolculukların nasıl yapılacağını belirlemek önem arz ediyor. Mümkünse kalınacak yerlerin adreslerinin yanında google map yardımıyla tarif yazarak komşu caddelerin ve ana caddelerin adları yazılmalı en yakın tren, metro veya otobüs durağından tarif alınması işimizi çok kolaylaştırıyor. Tüm uçak ve hostel rezervasyonlarının numaraları ne kadar ödenmesi gerektiğinin not edilmesi muhtemel karışıklıkları önleyebiliyor. Ayrıca gidilecek yerler ve gezilecek yerler hakkında dikkat edilmesi gerekenler ve turist bilgilendirme merkezlerinden edinilemeyecek bir takım öneriler not edilip gidildiğinde gezilecek yerden daha çok verim alınıyor. Çünkü bu notlar sıkıştığınız zaman problemi çok kısa sürede çözmenize sebep oluyor. Hele ki gezmek için çok geniş bir zamanınız yoksa kalacağınız yeri aramak veya havaalanını bulmak için saatler kaybetmeyi kimse istemez. Biz şehirleri gezmek için 1 veya 2 gün ayırdığımızdan, zaman kaybetmemeye ayrıca özen göstermiştik. Yanımda götürdüğüm 10 sayfalık notlar çoğu zaman rehberimiz oldu, hele ki etrafınızda İtalyanlar gibi İngilizce anlaşmanın çok zor olduğu insanlar varsa.

İkinci önerim götüreceğiniz yük konusunda. Gezginci gibi gezicem çoğu zamanım yolda geçecek diyorsanız bir sırt çantasından fazla bir şeye gerek yok. Hatta tek kıyafet, eşofman gibi rahat bir şey, çamaşır ve çorap yeterli. Hatta çantaya 100ml den fazla sıvı koyulmadığı takdirde çantayı uçak bagajlarına vermek zorunda kalınmıyor ve giriş çıkışlar daha pratik oluyor.

1. Şehir: Ro
ma (Süre: 2 gün)

Roma'ya indiğimizde saatlerimizi 1 saat geri alıp başlıyoruz gezimize. Havaalanından çıkıyoruz ve hemen "i" harfinin peşine düşüyoruz her şehirde yaptığımız gibi. Hemen kritik iki soruyu soruyoruz "Haritanız var mı?" ve "Şehir merkezine nasıl gidilir?". Bedava haritamızı alıyoruz ve iki günde gezilebilecek kritik yerleri işaretlettiriyoruz. Hemen belirteyim havaalanından şehir merkezine otobüsle gitmek en ucuzu. Termini Tren İstasyonu'nda indiriyor sizi "Bus Shuttle". Sonra istediğiniz her yere metro ile gidebiliyorsunuz. Biz acemiliğimizden biraz daha fazla para verip dolmuş tipi mersedeslerle direk şehir merkezine gittik.

Roma'nın en dikkat çeken tarafı kesinlikle meydanları. Daha şehire girer girmez adım başı meydanları ve meydanlarda en küçük ayrıntısına kadar işlenmiş heykelleri ve fıskıkeyeleri ile karşılanıyorsunuz. Çoğu meydan bir kilisenin çok yakınında. Kiliseler hem içi hem dışı kelimenin yetmeyeceği özenle yapılmış ve her köşesi heykeller ve dini sembollerle süslenmiş. Navona meydanı'ndan başladığımız Roma gezintimizde meydan boyunca sıralanmış resimlerini yapan ressamlar bize burasının öenmli sanat şehirlerinden biri olduğunu hemen belirtiyor. İsterseniz beğendiğiniz tablolarından alabiliyorsunuz. Bir diğer ilgi çekici sanatçılar ise heykel biçiminde boyanıp giyinmiş insanlar. Özellikle turistlerin ilgisini çeken bu insanlar, pandomimsi hareketler ile Asyalıların teleskopvari nikonlarına giriveriyorlar.

Meydanları süsleyen heykeller ve tarihi yapıtlar, en ince ayrıntıları ve bembeyaz taştan yapılmış yüzeyleri ile ilgi çekiyor. Tabiki insan burada heykellere ucube denilen bir mantığa kıyasla ayrıntısıyla yarı çıplak ve çıplak insan heykelleri görünce ayrıca şaşırıyor.

Roma'da en önemli caddelerden biri "Del Corsa". Bu uzun cadde gezilmesi gereken önemli yerlerin bağlandığı, Roma'nın en işlek caddesi. Navona Meydanı'ndan sonra Panteon'a gidiyoruz. Tüm tanrıların tapınağı olarak Antik Roma zamanında inşa edilen Panteon'a ücretsiz girebiliyoruz. Görkemli ve ayrıntılı bir tapınak olduğu daha dışındaki sütünlardan belirli oluyor.

Panteon'u da gezdikten sonra tarihi mimarisinden bir şey kaybetmemiş evlerinin arasından "Del Corsa" caddesini çıkıyor ve ünlü Aşk Çeşmesi'ne (Fontana di Trevi) gidiyoruz. Büyükçe heykellerin serin suları ve fotoğraf çeken onlarca insanları ile bizi karşılayan Aşk Çeşmesi karşısında büyülenmiş gibi kalıyoruz. Üç yolun kesişmesinde bulunduğundan Trevi denildiği düşünülen çeşmenin su arayan askerlere suyu gösteren bir kızın efsanesine dayandığını öğreniyoruz sonradan. Bir müddet çeşmeyi seyredip fotoğraf çekindikten sonra "Del Corsa" caddesine tekrar inip, caddenin çıktığı o büyük Venezia Meydanı'na ulaşıyoruz.

Güneşin parlattığı bembeyaz yapısı ile Venezia Meydanı ile bir kez daha büyüleniyoruz. Ortasındaki heykelde bulunan sembollerin Roma imparatorluğunun çeşitli şehirlerini sembollediğini öğreniyoruz ve Kolezyum'a doğru yürümeye devam ediyoruz. Caddenin sonunda gördüğümüz Kolezyum'a doğru heyecanla ilerlerken, yanından geçtiğimiz geniş sit alanı bizi bir kez daha Antik Roma dönemine götürüyor birden sanki Gladyatörlerin dövüşünü izlemeye gidiyormuşçasına havaya giriyoruz. Yanına vardığımızda her ne kadar 15:30 dan sonra gelmenin şanssızlığı ile yapıtın içine girememiş olsak da, filmlerde ve fotoğraflarda gördüğümüz o ünlü yeri görmek bizi fazlasıyla mutlu ediyor.

Akşam yemeği için "Del Corso" ya geri dönüyoruz. Her ne kadar "Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat" deseler de, yediğimiz Caprisiossa Pizzanın üzerine döktüğümüz zeytinyağı ve zeytinin tadı anımsanmaya değer. Tiramisu ve Cappucinolarının methini duyduğumuz İtalya'nın bu lezzetlerine de hayran kalarak, Türkiye'de ne kadar sahtelerini tattığımızın farkına varıyoruz. Akşam yemeği yediğimiz restoranın sokak başı restorant olmasının verdiği imkanla insanları gözlemleme şansı buluyoruz. Roma insanı İtalya'nın elit kesimi olduğunu bağırıyor resmen bize. Bir yanda cins cins ufak tefek köpekleri ile dolaşan insanlar ilgimizi çekerken, bir yandan şehirdeki Hintlilerin ve Afrikalıların tüm işporta işlerine hakimiyetinin yanında ucuz iş gücü olarak kullanılmalarının da farkına varıyor ve restorana yüklü bir miktar para bırakarak tüm yorgunluğumuzla metroya atlayıp hostelimize gidiyoruz. Alım gücü olarak Türkiye'nin hemen hemen 2 katı pahalılıkta bulduğumuz Roma biraz belimizi büküyor. Taksi'nin çok çok pahalı toplu taşımanın çok daha ucuz olduğu, tarihi yerlerin çoğunun birbirlerine yürüme mesafesinde olduğu Roma ulaşım yönünden bizi çok fazla üzmüyor.

Roma'daki ikinci günümüze hostelimizin yakınındaki Santa Maria Maggiore klisesi ile başlıyoruz. Günlerden Pazar olması nedeniyle, Roma'nın en görkemli kliselerinden biri olan Maggiore klisesinin Pazar ayinini izleme şansı buluyoruz. Genç ve yaşlı papazların tütsüler içinde, klise orgunun tüyler ürpertici sesi ve koronun ilahileri eşliğinde geçişini izliyoruz. Dualar ve anlatılanlardan anlamadığımız için gezimize metroya atlayıp İspanyol merdivenleri'ne giderek devam ediyoruz.

Yazın güzel havalarda insanların doldurduğu bu merdivenler tenhalığı ve ayrıntılı heykelleri ile gözlerimizi dolduran diğer meydanlara kıyasla bize biraz yavan geliyor. Fakat yine de merdivenlere çıkıp otantik evlerin pencerelerine bakarak, onları süsleyen bitkilere, cadde ve insan manzaraları eşliğinde dinlenip, Condotti caddesinden Tevere Nehri'ne doğru ilerliyoruz. Condotti caddesi'ndeki Gucci, Ferrari gibi İtalyan mağazalarının ateş pahası fiyatları karşısında şaşkına dönüyoruz.

Köprüden geçip güzel deniz manzarasını geride bırakan bizler, San Angelo Kalesi'ne ulaşıyoruz. Kaleye çıkış denememiz fahiş fiyat karşısında suya düşüyor fakat farklı bir atmosfer içine girmenin verdiği mutlulukla Vatikan'a doğru ilerliyoruz.

5 dakika yürüdükten sonra Vatikan San Pietro Meydanı'ndaki binlerce kişilik kalabalık bizi şaşırtıyor önce. Festival havasındaki meydanda insanlar bir yandan pankartlar ve bayraklarla bekleyişteler bir yandan da gençlerin düzenlediği etkinliği dinliyorlar. Öğreniyoruz ki bu her Pazar saat 12:00'de gerçekleşen Papa'nın selamlamasıymış. Saatlerimizin 11:54 olduğunu öğrenen biz şanslılar, herkes gibi başımızı önünde halı asılmış pencereye çevirip Papa'yı bekliyoruz. Papa'ya el salladıktan sonra vaazından ve duasından anlamayan bizler Vatikan Müzesi'ne doğru yöneliyoruz, fakat kapalı olduğundan ötürü giremiyoruz. Gitmeyi planladığımız son yer olan Popolo Meydanı'na (yani Ulus Meydanı) doğru yol alıyoruz.

Roma'nın geniş meydanlarına artık alışmış olan bizler meydandaki
ağzından su çıkan aslanlı fıskıye ile hemen bir fotoğraf çektiriyoruz. Meydandaki donuk heykel örneği Amerika'daki Özgürlük Anıtı'nı Antik Roma Tanrıları'nın heykelleri ile aynı karede görmenin verdiği anlamlı gülümseme ile meydandan ayrılıyor ve tekrar "Del Corsa" caddesine giriyor, hediyelik eşyalarımızı alıp akşam yemeğine gidiyoruz.

Akşam yemeğinde bu sefer İtalya'nın farklı bir tadı olan Lazanya'sını deniyor ve üzerine namını duyduğumuz Limon Likörü'nden tadıyoruz. Özellikle liköre hayran kalarak hostelimize çekiliyoruz. Ertesi sabah erken saatte Venedik'e uçacak olan bizler aklımızda Roma'ya tekrar gelebilme umudu ve hevesi ile büyülenmiş olarak Roma'ya veda ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder