15 Şubat 2011 Salı

İtalya-Malta Gezi Notları 2

2. Şehir: Venedik (Süre: 1 gün)

Sabahın köründe uçuyoruz Roma'dan Venedik'e. Havaalanından Şehir Merkezi'ne otobüsle gidiyoruz. Mestre Tren İstasyonu'na yakın olan otelimize eşyalarımızı bıraktıktan sonra hemen merak ettiğimiz önemli yerlerin peşine düşüyoruz. Öğreniyoruz ki Venedik'in sular altındaki o turistik yerleri şehirin hemen yanındaki küçük bir adacık içindeymiş. Bu adacığı şehre bağlayan ince bir yol ve raylardan başka bir şey yokmuş. Hemen Mestre Tren İstasyonu'ndan biletlerimizi alıp o küçük adacığa doğru yollanıyoruz. Aldığımız biletleri sarı makinelere okutmamız gerektiği hatırlatılıyor bize de, olası bir kontrolde ödeyeceğimiz 50€ dan kurtuluyoruz.

Venezia Santa Lucia İstasyonunda indiğimizde o filmlerde gördüğümüz otantik yerlerin buralar olduğunu anlıyoruz. Gittiğimiz turist bilgilendirme bölgesinden harita alamıyoruz belki ama hiç değilse görebileceğimiz yerlere nasıl gidebileceğimiz hakkında bilgi ediniyoruz. (Harita 2.5€ gibi bir ücrete tabi) Büyük kanalı birbirine bağlayan köprüler, köprülerin altından geçen botlar ve kanal boyunca uzanan tarihi evler hemen ilgimizi çekiyor. Kanalın paralelindeki çarşıdan yürümeye başlıyoruz. Geniş başlayan yol git gide daralıyor, küçüklü büyüklü köprülere, oradan da ancak iki insanın yan yana geçebileceği son derece dar birçok sokağa dallanıveriyor. Sanki sadece bir insanın geçmesi için bırakılmış o ev aralarına sokak diyemiyoruz belki ama, onları sokak gibi kullanıyoruz.


Uzunca bir yürüyüşten sonra o geniş San Marco Meydanı'na varıyoruz. Bizi büyük görkemi ile San Marco Bazilikası ve Doge Sarayı karşılıyor. Bu ikisinin bulunduğu büyük meydanın ortasındaki Çan kulesi'ne çıkamıyoruz fahiş fiyat nedeniyle ama, daha çok parayla bir daha geliriz belki diye bir sonraki gelişimize bırakıyoruz. Bir süre meydandaki güvercinleri izleyip gelene geçene baktıktan sonra o dar sokaklara geri dönüp bir müddet kayboluyoruz. Önceden Venedik'te kaybolmanın olağan bir şey olduğunu öğrendiğimizden telaşa vermeden keyfini çıkarıyoruz evlerin. Sulara çıkan daracık sokaklar karşısında durup geriye döndüğümüz çok oluyor bu kaybolma faslında tabiki. Ama kapısı sulara açılan evlerde keşfettiğimiz her şey bize Venedik'i anlatıyor her defasında. Yine o daracık sokaklardan birine çıkan bir restorantta domates soslu spagettimizi ve ev yapımı şarabımızı içiyoruz. Öğrencinin meşhur makarna-şarap menüsünü bir kez de Venedik'te yemiş olduk anlayacağınız.

Geldiğimiz yere geri dönüp kanalda vapur gezintisi yapmaya karar veriyoruz. Özel gondolların 60€ gibi bir fiyata tutulduğunu öğrendikten sonra vapura verdiğimiz 6.5€ ya çok acımıyoruz. Kanal boyunca uzanan zengin saraylarına baka baka büyük kanalda da gezintimizi tamamlıyor ve birkaç hatıra satın alarak Mestre'ye geri dönüyoruz. Bütün gün avare gibi gezmenin verdiği yorgunluğu atmak için otelimize çekilip dinleniyoruz.

1 günün Venedik'in sular altındaki meşhur yerlerini gezmek için yeterli olduğuna kanaat getirdik. Tabiki böylesine romantik şehirler görülüp kaçmak için değil, kalıp şehri içine sindirmek için ama, gezimizin konsepti bağlamında gezdiğimiz miktardan memnun bir şekilde Floransa'ya gitmenin yollarını aramaya başladık. Floransa'ya otobüs olmadığını öğrenen bizler ucuza (önceden internetten bulamadığımız 24€luk bir bilet) 2.sınıf tren biletlerimizi alıp 3 saatlik bir tren yolculuğundan sonra akşama doğru Floransa'ya vardık.

3. Şehir: Floransa (Süre: 1 gün)

Akşama doğru vardığımız Floransa bizi ayazıyla karşılıyor. Venedik'ten alışık olduğumuz soğuk hava burada rüzgarla bizi daha çok üşütür hale geliyor. Sıkı giyinip hemen bir harita edinerek hava kararmasını dinlemeden meydanları gezmeye başlıyoruz.

Santa Maria Novella Tren İstasyonu'nda inmekle aslında gezilecek yerlerin kucağına düştüğümüzü fark ediyoruz. Bol bol kilise ve galeri içeren bu şehir her haliyle kendisini bir sanat şehri olarak ifade ediyor. Ayağımıza yakın yerler arasında o ana kadar gördüğümüz en görkemli meydanlardan biri olan Duomo Meydanı'nı görüyoruz. Öyle ki, meydandaki yapının etrafında tavaf edesimiz geliyor. Havanın kararmasıyla çok da fazla gezemediğimizden ayağımıza yakın birkaç yeri görüp hostelimize gitmeye karar veriyoruz.

Hostelde tanıştığımız arkadaşlar arasındaki bir Türk Turist Rehberi arkadaş sayesinde ertesi günümüzde Floransa'yı rehber eşliğinde gezme fırsatı ediniyoruz.

Ertesi gün rehberimiz sayesinde daha seri bir şekilde Duomo Meydanı üzerinden Dünya'nın en büyük galerilerinden biri olan Ufizi Galerisi'ne gidiyoruz. Michalengelo, Leonardo gibi üstadların elinden çıkma heykeller ve tablolarla geçirdiğimiz 2 saat başımızı döndürüyor. Çoğunlukla Katolik hristiyanlıktan semboller içeren tablolar rehberimizin bilgilendirmeleri ile çok daha anlamlı hale geliyor bizim için. Heykellerde işlenen ayrıntıları keşfettikçe hayrete düşüyoruz. Bir heykelin başarılı olmasının ölçülerinden birinin ayaklar olduğunu öğrenen bizler kendimizi bir ara heykellerin ayaklarını incelerken buluyoruz.

Galeriden çıktıktan sonra hemen yakınındaki meşhur Eski Köprü'ye varıyor ve biraz nehri seyrettikten sonra Michalengelo Tepesi'ne çıkmak üzere karşıya geçiyoruz. Duyduğumuza göre yeşilliği bol olan bu tepeden tüm şehrin manzarasını seyredebiliyormuşuz. Fakat tepeye giden otobüsün uzun süre gelememesi üzerine daha fazla zaman kaybetmemek adına yemeğimizi yiyip rehberimize teşekkür ederek veda ediyoruz. Ve öğleden sonra trenle Pisa şehrine geçiyoruz.

4. Şehir: Pisa (Süre: Bir akşamüstü)

Yaklaşık 1 saat süren bir tren yolculuğundan sonra sahil kasabası tadındaki Pisa şehrine varıyoruz. Floransa'nın ayazından sonra bize yumuşak gelen Pisa'nın havasının bu güzelliğini denize kıyısı olmasına yorarak turist bilgilendirme noktasına varıyoruz. Haritamızı alarak hemen meşhur Pisa Kulesi'ne doğru yöneliyoruz. Tren istasyonundan 10-15 dakika yürüme mesafesinde olan Pisa Kulesine varana kadar yolunu kaybeden birkaç turiste daha yardımcı oluyoruz. Yolda gördüğümüz botanik müzesi ilginç bitkileri ile bahçesini bizi gösterse de içine giremiyoruz. Fakat yanından geçtiğimiz bahçesi düzenli müstakil evler hemen hemen her yerde olan defne ve turunç ağaçları bize yetiyor, kuleye doğru devam ediyoruz.

Kulenin olduğu meydana vardığımızda oraya akşamüstü varmanın güzelliği ile karşılaşıyoruz. Akşamüstü güneşinin direk kulenin bembeyaz yüzeyine vurup onu pembeleştirdiği harika görüntüsü ile fotoğraf çektirip meydanda dolaşıyoruz. Okuduğumuz açıklamalara göre aslında Pisa kulesi ilk yapıldığında düzmüş. Üzerine kat çıkıldıkça eğilmiş. Hatta bu eğilmelerden ötürü birçok kez restorasyon ve açı ayarlama çalışması yapılmış. Hatta zemininden malzeme alınmış. Hala restorasyonda olan kuleye çıkamadık belki ama ayaküstü de olsa o ilginç kuleyi görmenin mutluluğu ile akşam yemeğimizi Pisa'da yiyerek havayı karartıyoruz. Pisa'ya ayaküstü uğramanın yeterli olduğuna kanaat getirip akşamüstü uğramanın memnuniyeti ile trenle Roma'ya geçiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder