8 Temmuz 2009 Çarşamba

İstanbul'a üçüncü köprü projesi üzerine zihnimin sıçradığı noktalar..

[By the project of 3th Bosphorus Bridge for İstanbul]

Gündemden de takip ettiğimiz üzere İstanbul'un yoğun trafiğini önlemek amacıyla yapılması düşünülen 3.köprü projesi günden güne netlik kazanıyor. Hatta ulaştırma bakanımız tüm yasal engelin kalkığını söyleyerek yakında ihaleye açılacağının sinyallerini veriyor. Bugün gazetelerin birinde dikkatimi çeken bir haber birden köprü olayını farklı noktalarla ilişkilendirmeme sebep oldu.

1995 yılında İstanbul Büyükşehir belediye başkanı olan başbakanımız, üçüncü köprü gündeme geldiğinde, böyle bir projenin İstanbul için facia olduğunu söylüyormuş. Şimdi ise aynı konuyu dile getirenlere kulkandığı sözcükler: "Yobazlar!, bağnazlar!" oluyor. Üstelik 1993 te 3.köprü projesi gündeme geldiğinde, imar durumunu inceleyen İstanbul boğazını korumakla yükümlü İstanbul 3 numaralı koruma kurulu, yapılacak muhtemel projenin doğal SİT alanı olan boğaz çevresi için zararlı olduğunu raporlamış. Karayollarının da incelemelerine göre yapılacak 3.köprünün İstanbul'a yarardan çok zarar getireceği belirtilmiş. Bundan 16 yıl önce ilgili bakanlıklar(Ulaştırma,orman,kültür,bayındırlık) ilgili kurumlar ve bilimsel bir heyetin katılacağı bir sempozyumla İstanbul'un ulaşım sorununun tartışılıp incelenmesi önerilmiş. Yasa gereği, uygunsuzluk sonucu böyle bir sempozyum çağrısı yapılmışsa, çağrıya uyulması gerekiyormuş. Peki ortada ne bir bilimsel heyet var, ne bir sempozyum. Başımızdakiler illa da tutturmuş köprü yapıcaz diyor geçmişinde dediklerine aldırmadan.

Yine gazetede Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğretim üyesi Prof.Dr.Semih Tezcan'ın 3.köprü hakkındaki analizlerini okudum. İstanbul'daki nüfus artışı ve taşıt artışına bakıldığında köprünün çözüm getirmediğini,aksine projenin kısır döngünün bir parçası olduğunu ifade ediyor Semih Tezcan. Haklı da. Yıldaki araba artışının yüzde 16 olduğunu ve böyle gittiğinde bile 2020 yılında İstanbul'un şu anki trafik durumunu karşılayabilmesi için boğaza 7 tane köprü yapılması gerektiğini söylüyor. Böylesine bir doğru orantı kurulumu ne kadar doğru sonuç verir tartışılır; nitekim İstanbul sadece nüfus ve bina yüzölçümü dışında ne kadar araca park imkanı sağlayabilir? İstanbul'un yüzölçümü maksimum kaç insan, kaç araba alır? Türev problemi gibi gelen bu problem, yine de köprü yapımının bir kısır döngü olmayacağını kanıtlamıyor. Üçüncüyü yaptın diyelim, 4 yıl sonra tekrar sıkışınca bu sefer nereye köprü kuracaksın? Neden illa ki karayolu? İnsanın aklına soru işaretleri geliyor. Yoksa hükümetten birinin akrabası ya da köylüsünün inşaat sektörüne atılması mı sözkonusu? O değilse, o zaman başımızdakiler hala "köprüden taşıt geçirme ve insan geçirme" arasındaki farkı anlayamamışlar. Tüm uzmanlar ulaşım sorununun denizin altından geçirilecek bir metro ile çözüleceğini konusunda hemfikir. Üstelik bu kadar ihtiyaç varken metro yapımı, doğru güzergah tercihleri ile kendisini ekonomik olarak kısa sürede amotri edebilecek bir proje. Bir nevi altın yumurtlayan tavuk! Yine Prof. Semih Tezcan, metro projesinin 450 milyon dolara malolacağı ve inşasının 2 yıl süreceğini, köprü projesinin ise 900 milyon dolara malolacağı ve inşasının 5 yıl süreceğini bildiriyor. O zaman neden hala çözümü olmayan yollara para akıtıyoruz? Masum yaklaşmak istiyorum. Herhalde manzara sevdamız, köprü manzarasına bayılıyoruz...

Aklıma tren denilince hep Bursa'da tren olmamasının mantıksızlığı gelir. Bursa'daki gelişmiş otomotiv sanayi her zaman raylı taşımacılığı zorunlu hale getirmiştir. Ama senelerdir tek trenle 100 tane araba taşımak varken bir kerede en fazla 7-8 tane alabilen tırlar ile damla damla taşınıyor arabalar. Üstelik bu tırlar boş dönüyor gittiği yerden. Dediğim gibi, ya havaya para atmayı seviyoruz, ya da akrabalarımızın lojistik şirketleri var! Olay sadece yapılmaması da değil üstelik, var olanın sökülmesi! 1874 te yapılan ve cumhuriyet dönemlerinde de kullanılan 42 km uzunluğunda bir Bursa-Mudanya tren hattı varmış eskiden. 1948'de çok partili döneme geçiş sonrasında eskidiği ve gereksiz olduğu düşünülerek sökülmüş. Şu an Mudanya'daki tarihi istasyonun yerinde 5 yıldızlı otel bulunuyor. Batı'da olsa eskiyen yenilenir, geliştirilir. Ama biz eskiyeni sökerek daha da eskiye gitmişiz. Neden? Tren komünist icadı olduğu için mi? Çok mantıksızmışız çok! Halbuki gelişmiş bir tren hattı ne faydalı olurdu şimdi Mudanya-Bursa arasında. Mudanya yolunda organize sanayide üretilen Renault otomobiller trenle mudanyaya, Mudanya'dan gemiler ile tek seferde yüzlerce araç Dünya'nın her yerine!

Buradan da zihnim ekonomi adına yapılan günü geçirme politikalarına atlıyor. Proje yatırımı yerine sıcak para oyunları yapmak, uzun soluklu projelere girememek. Yenilenebilir enerji kullanımının gerekliliği defalarca bilim kurulları ve uzmanlar tarafından belirtilirken hala termik santral yapmaya, Batı'lı ülkelerin atmaya çalıştığı eski nükleer santral sistemlerini kendi ülkemize kurmaya çalışıyoruz. Neden? Çünkü uzun soluklu projeler, yatırım isteyen projeler günü kurtaramaz. Meyvesini alamazsın, meyvesini alamazsan önümüz seçimde insanlara hizmet yaptığını ispatlayamazsın. "Hani durmak yok! Yola devam!" diyoruz ya, büyük düşünüp hizmet alıyoruz. Seçimlerde oy kullanan da biz değiliz ya, biz dediğimiz kullanılan beyinler... Ülken için faydalı bir yatırım peşindeysen bunu dış ülkelerin istemeyeceğine, dış ülkelerin istemediği bir kadro ise devlet başına gelemediğine göre, bizim için çözüm yolu karanlık gibi gözüküyor. Ülkemizin acı gerçekleri saymakla bitmez.. Geçenlerde Devrim Arabalarını tekrar izlediğimde birkez daha dikkatimi çeken şu söz aklıma geliyor: " Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz". Halkımız da medyanın güttüğü yönde gittiğine göre; mantıklıca düşünenler, ülkesi için faydalı projeler üretmeye çalışanlar, ilgisizlik ve imkansızlık ile karşılaşarak cezalarını buluyorlar. İşte bu yüzden gelişmiş ülkeler enerji tasarruflu, yenilenebilir enerji kaynaklı araçları, hibrit teknolojisini üretip yaygınlaştırmaya çalışırken. Biz hala yerli otomobilimizi çıkaramıyoruz. Aslında yapıyoruz yapmasına ama, hep yabancı firmalar adına. Onların kurduğu sistemleri alıp anca işçiliğini yapıyoruz. Bu parçayı al buraya monte et diyorlar, biz de hay hay diyoruz. Kendisi de mühendis olan babama, şirketlerdeki Ar-Ge lerin genelde ne yaptığını soruyorum. Aldığım cevap şu: "Dış ülkedeki gelişmeleri takip edip, buraya uygulamaya çalışıyorlar" Peki bizim araştırmaya imkanımız yok mu? Neden kendimiz geliştiremiyoruz? Bu sefer daha vurucu bir cevap: "Neden yatırım yapsın ki Ar-Ge ye? Teknoloji gelişmiş ülkelerde hızla ilerliyor, onlardan almaman ve kendin uğraşman demek, kısa sürede kâr yapamayacağın alanda boşa para kaybetmen demek." Bundan sonra kafamda oturmaya başlıyor taşlar. Neden uzun vadeli yerli projelere destek vermek yerine kısa yoldan ithal etme yoluna gidiyoruz? Çünkü sistem kâr etme amacı üzerine kurulu. Önündeki alternatiflerden tamamen daha fazla kâr getirene göre seçimini yapıyorsun. Yani ne devletin önemli, ne ideolojin önemli ne de fikirlerin. En kısa yoldan para getiren yol en makbul yoldur. Neden ilerleyemediğimiz ve neden kısır döngü içerisinde kendi çarklarımıza gömüldüğümüzü anlamaya çalışıyorum. Eğitimin ilerlemeyişi, üniversitelerin bilim yapma amacından gitgide uzaklaşması. Hani Cem Yılmaz diyor ya: "Yapılmışı var.!" Hah işte tam ondan. Neden bilimle uğraşalım ki, uğraşılmışı var. Üniversitelerde, araştırma alanlarında yapılacak yatırım, sonucu belirli olmayan bir yatırım ne de olsa. Halbuki dış ülkelerin gelişmişliklerini ithal etmek daha kolay ve kesin. Ne dersek diyelim kendi seçimlerimiz yüzünden her geçen gün daha çok yabancı sermayenin ve paranın esiri oluyoruz. Yaşam değerlerimizi yitiriyoruz gün geçtikçe. Böyle giderse, beynimize çip takılmış yaratıklar gibi olmaktan korkuyorum. Arkamızda dünya devleri, ucuna para bağladığı sopayı kafamıza tutacak; biz de sopayı yönlendirdikleri tarafa gideceğiz. Neden koştuğumuzu düşünmeden, sorgulamadan.... Karanlık da olsa yürüyeceğiz...

1 yorum:

  1. İstanbul trafiği ile ilgili gerçek çözümün 3. bir köprü olmadığının anlaşılması için elimizde 2 köprülük bir deneyim var halihazırda. İkisi de çevre yolu olması için yapıldı ikisi de şehrin göbeğinde kaldı. Yetkililerin çözümü yine de köprüde görmesi bilinmez(!) nedendir? Bu sorun öyle marmarayla halledilecek bir sorun da değildir. Nitekim marmaray bilindiği üzere raylı sistemdir ve sadece yolcu taşıyacaktır. 3. bir köprü ise şehrin göbeğinde kalmaya mahkumdur. Oysa her iki yakada doğu-batı doğrultusunda metrolar yapılsa şehrin kuzeye doğru değil bu yönlerde ve güneyde genişlemesini sağlayacak ve 4. bir köprü için yabancılara para aktarmak zorunda kalınmayacak. Daha da önemlisi kuzeydeki ormanları kurtarmış olacağız.

    Saygılar

    YanıtlaSil