16 Temmuz 2009 Perşembe

Rüya gördüm dün gece: Dünya'nın Sonu..

[My dream from last night: End of the world]

Ciddiyim..
Dün gece gördüğüm rüya çok ilginçti, ama üzerinde düşünülesi ve gerçeklikte payı olan bir rüyaydı. Rüyamda Dünya sonuna yaklaşıyordu. Tüm yiyecek kaynaklarının tükendiği inanılmaz bir kaos hakimdi ve insanlar buldukları herşeyi yemeye başlamışlardı. Hatta insanlar birbirini yemek için birbirine saldırıyordu. Böyle anlatınca komik gelebilen bir durum olsa da içindeyken hiç güldürmüyordu. Hele ki arkandan insanlar seni kovalarken can havliyle koşuyorsan... Bu gerilim filmi tadındaki rüyada günümüz dünyasının durumundan da nasibini almıştı elbet. İnsanlar arasında keskin sınıf farklılıkları vardı. Para sahibi insanlar, burjuva sınıfı olarak elde kalan son kaynakları kullanma hakkına sahip iken, daha parasız kesim tüm nimetlerden mahrum bırakılıyordu. Bir yandan son kalan kaynakları yiyen zengin kesim, bir yanda yolda gördüğü fareyi yakalayıp, çiğ de olsa yemeye çalışan acınası insanlar. Aslında hepsi acınası haldeydi insanların. Herkes can telaşındaydı. Artık parası olanlar bile tüm servetini yaşamsal ihtiyaçlara döküyordu. Ama artık yaşamsal ihtiyaçlar yanında paranın değeri kalmıyordu onlarda bile. Ben rüyada hangi kesimdeydim peki? Bir ara kendimi fare yuvalarını kurcalarken buluyorum, bir ara da saray gibi yüksek bir yerde doktor muayenesinde reçetemi alırken. Sınıflar arası geçip duruyorum anlayacağınız. Hatta gittiğim özel hastanede basit bir grip vakasından ötürü doktor bana 9 tane ilaç yazıyor. Neden diye sorduğumda; "Boşver sen, stok amaçlı yazıyorum al bulunsun" cevabını alıyorum. Aşağıda ise büyük kaos, insanlar son yiyecekleri tüketiyor....

Peki böyle bir duruma gelir miyiz? İnsanlar ölmemek için birbirini yiyecek duruma gelir mi? Aslında insani değerlerin, yerini daha kişisel çıkarlar ve bencillik merkezli ilişkilere bıraktığı bir sistemin içerisindeyiz. İnsanlar paranın kölesi. Bu sebeple artık kendisini ekonomik açıdan 3 kuruş kar getirmeyen hiçbir yatırıma adım atmıyor insanlar. Hiçbir çıkarı olmayan yerlere gözü kapalı yardım edecek kişi ve kuruluş sayısı çok az. En azından böyle bir uygulamanın devletlerin genel politikası haline gelemeyeceği açık. Yani hiçbir ülke; hayır arkadaş, benim için paradan daha önemli değerler var diyemez! Sistem bunu gerektirmez. Nitekim son yıllarda yapılan anlamsız özelleştirmeler, sıcak para tuzağına aldırış etmeden ekonomide günü kurtarma yoluna gidişin göstergesi. Veya çevreyi kirletme uğruna da olsa nükleer santraller ve termik santraller yapma hayalleri.. Tarihi ve kültürel değerlerini önemsemeden suya gömmeye çalıştığımız Hasankeyf'e ne demeli? Dış yatırımcıların desteğini çekmesine aldırmadan, ne olursa olsun bu barajı yapacağım diyor enerji bakanımız. Hiçbir şeyin değeri kalmadı anlayacağınız. Eldeki verilere göre, bu enerji politikasını sürdürmeye devam ederse, ülkemiz 2020'de Dünya'nın en çok kirleten ülkesi olacakmış. Neden yatırım yok? Hadi bizim ülkemizi geçelim, Dünya'nın sonunun senaryoları küresel ısınma ile beraber bu kadar gündeme gelmiş, yaşayabilmek için ciddi politik değişimlere ve enerji stratejilerine gidilmesi kaçınılmaz olmuşken; ülkeler zararların önüne geçmek için toplu anlaşmalar yapma niyetinde değil. İşin ucunda 3 kuruş zarar var çünkü. Sanırım bazı tehlikelerin farkına varmamız(!) için illa ki son aşamaya gelmemiz gerekiyor.. İnsanların temel ihtiyaçlarını gideremeyecek düzeyde çaresiz hale gelmesi veya tüm değerleri ile işgale uğraması.. İşte o zaman paranın değerli olmadığı anlaşılacak, ama iş işten geçmiş olacak...

Peki paranın bu kadar engelleyici düzeyde önemli olmadığı bir sistem mümkün mü? Günümüz dünyasında uygunabilir mi? Sosyalizm, komünizm, alternatif sistemler gibi gözüküyor. Komünizm daha ütopik bir sistem olsa da, sosyalizmin paranın değerini aza indirecek bir alternatif olarak belirebiliyor. Fakat yüksek gelişmişlik seviyesine ulaşmadan, halkın arasındaki ekonomik sınıf farklılıklarını uçurumlardan biraz daha makul seviyelere çekmeden, halk tarafından kabullenip uygulanabilecek bir metod olacağa benzemiyor. Yüksek gelişmişlik seviyesine ulaşmadan bu sistemleri kullanmak mümkün olmadığı gibi, kapitalizmin her yeri global pazar haline getirdiği yerküremizde tek başına atılacak adım, faydadan çok zarar getireceğe benziyor. En azından Rusya için öyle olmuştu. Belirli bir yapılanmayı ve gelişmişliği tamamlamadan getirilen sistem, eksiklerini de kendi baskıcı tavırı ile kapatmaya çalışmıştı. Tabiki diğer ülkelerin de (bkz: büyük güç ABD:) insanları kışkıtmaya yönelik propogandaları ile dağıldı sosyalist birlik. Sistem komple değişmeden tek başına sıyrılmak mümkün olmadığına göre ve paranın sahibi büyük güçlerin kendi güçlerinden taviz vermeyeceğine göre, buzullar eriyip de beyaz sarayı sel basmadan aktif değişiklikler için düğmeye basmak güç gibi gözüküyor.

Peki bu kadar mı umutsuz? Haksızlıkları, yaşam kaliteleri arasındaki uçurumları kaldırmak için hiç mi umut yok? Umutsuz bir dünyada yaşamak işkenceden beter olsa gerek. Elbette olmalı..Genç nesil bile umutsuz bakıyorsa, geleceği karanlık görüyorsa, zaten amaçsız yaşamamak için hiçbir neden yok. Hepimiz ot gibi yaşayalım gitsin! Hem başımız ağrımaz. Nitekim böyleleri de var ülkemizde ve maalesef sayıları çok fazla. Hatta abartmak gerekirse, insanlar artık okumuyor, sorgulamıyor, düşünmüyor, üretmiyor. Londra'da 15 yaşındaki Mathew Robson'un yazdığı bir rapor, medya dünyasının liderlerini çok etkilemiş. Robson'un raporuna göre; net üzerinden müzik dinlemek, bilgisayar oyunu oynamak ve oyun konsolundan sohbet etmek gençlerin vazgeçilmezleri iken, hiçbirinin gazeteleri, sayfalarca metinleri okuyacak sabırları yokmuş. Geleceğin okumuşları olacak insanların hiçbir sosyal konudan anlamayacak bireyler olduğunu hayal etmek ne kadar acı. Dış ülkeler de bunu biliyor olacak ki, senelerdir ülkemizi esiri altına alabilmek için ihtiyaçları olan altyapıyı senelerdir hazırlıyorlar. Ödleri kopuyor gençler okuyacak, sorgulayacak ve böylece halk uyanacak diye. Medya gücünü, para gücünü kullanıp, yer yer insanların dini ve manevi değerlerini de kullanarak onları uyuşturmaya çalışıyorlar. Düşüncenin olduğu her yere savaşı, kavgayı, darbeyi sokmanın amacı bu değil miydi? İnsanları düşünmekten ve tartışmaktan korkutmak! Nitekim üniversiteyi kazanınca yakın çevremizden az duymadık şu sözcükleri; aman oğlum olaylara karışma, derslerinle ilgilen. Şu an yaratılan korku ortamından ve beyinlerin uyuşmuşluğundan dolayı topluma vizyonu ve fikirleri ile yol gösterici olacak üniversite gençliğinin bile birçoğu okumuyor, sorgulamıyor, üretmiyor. Yer yer kendim de sorgularım, bilgisayar başında amaçsızca oturduğum saatleri. Boşa geçirdiğim vakitleri, yaptığım hareketleri sorgularım. Bazen acırım halime. Yapacak birşey yok, okuyup, düşünüp, tartışmaktan başka. Geleceğe akılın bize tuttuğu ışık ile ilerlememiz gerek. En azından var olan durumdan kurtulup, mantıklı hareket edebilmemiz için tek umudumuz bu! Haydi sıyrılalım korkulardan, kişisel çıkarlardan, kurtulalım medya ve teknolojinin uyuşturucu etkisinden. Düşünüp, üretelim hep beraber.!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder